26 Eylül 2010

aşk; iki ağız kokusunun birbirine karışmasıydı.

uyandım. dudaklarım kurumuş, birbirine yapışmıştı. nefes almaya çalıştım. zor oldu. zira akciğerlerimin hemen üstündeki iman tahtamda biri oturuyordu sanki. oysa ki rüyamda ne kadar da mutluydum, ne kadar da nefes alabiliyordum. şimdiyse bütün soluk borum düğüm düğümdü. yanıma baktım. boştu. boşluk.

terminaldeyiz. ikimiziz. sarılmışım. nefes almak kolay.


gözlerimi kapattım. rüyama geri dönmeyi diledim. beş dakika. on dakika. tekrar uyumaya çalıştım. bütün ayrıntıları düşündüm. beş dakika. on dakika. gözlerimi açtım. her zaman devam edebilirken şimdi neden olmuyordu?

bir şeyler anlatıyor bana. bir yandan da kahkalar atıyor.

gözlerimi kapattım. yanımda olmasını diledim. gözlerimi açtım. boşluk. düşünce gücü işe yaramıyor muydu kitaplarda?

gözlerimi açmış ilgiyle dinliyorum. dudaklarımın kenarları kıvrılıyor. eğleniyorum belli.

gözlerimi kapattım. hasta olmayı diledim. bütün gün yatakta kalmak, yer yer uyumak. gözlerimi açtım. akıl sağlığımdan şüpheliydim.

konuşmaktan bıkmıyor. yorulmuyor. ben de favorileriyle oynuyorum.

tavana baktım. hikayeler, hareketler, söylenen sözler hücum ediyordu beynime. hiçbirinin anlamı yoktu. hepsinin anlamı vardı. sorular vardı, nedenler-nasıllar. hayaller vardı, şöyleler-böyleler. keşkeler vardı, yapılanlar-yapılmayanlar. hareketler vardı, aşağılayanlar-göklere çıkaranlar. küfürler vardı, genelde akıllara.

çay içiyoruz. o, çok mutlu. ben, biraz şaşkın.

yanımda olsaydı ne olacağını düşündüm. huzurun yanısıra huzursuzluk. mutluluğun yanısıra mutsuzluk. sevginin yanısıra sevgisizlik. acımanın yanısıra nefret. hiçbiri tek başına yoktu. hepsi birlikte vardı.

sandalyesini yanaştırıp sarılıyor bana. nasıl da sevgiyle bakıyor... gözleri nasıl da parlıyor...


doğru olanı yapmak... doğru olan bu muydu? yanlış olan neydi? nasıl ayırt etmiştik ki bunları birbirinden? hangisi kime zarar veriyordu? doğru olanı yapmıştım... da niye nefes alamıyordum? niye rüyama, onun yanına dönmek istiyordum? niye ömrümün sonuna kadar orda kalmak istiyordum? niye uyanmak zorundaydım? niye hayata devam etmeliydim? niye hayat devam ediyordu? sorular... hiçbirinin cevabı yok. hepsinin cevabı var.

öpüyor beni. ne kadar da yumuşak dudakları... hiç bırakmak istemiyorum.


yanımda olsa ne olacağını düşündüm. benden önce uyanmış olacaktı. biraz bekleyecekti belki kendiliğimden uyanırım diye. beş dakika. on dakika. dayanamayıp uyandıracaktı beni. sinirli olacaktım, ama belli etmemeye çalışacaktım. öpmeye başlayacaktı beni. ağız kokularımızdan dolayı çok rahatsız olacaktım bu durumdan, ama sesimi çıkarmayacaktım.



















görsel sahibi

05 Eylül 2010

trajikomik bir hikayem var

geçen hafta yüksek lisansa kayıt yaptıracaktım. istenilen belgeler arasında nüfus cüzdanı örneği vardı. tabi benim bunu son güne kadar nüfus cüzdanı fotokopisi sanmam hiç de trajikomik değilmiş, o gün öğrendim.

neyse, o sabah muhtarlığa gitmek için normalde gitmem gereken saatten 1saat erken çıktım evden. bu da demek oluyor ki 1saat daha erken uyandım. sabahın 5inde yatmamış olsaydım bu o kadar da önemli olmazdı. saat 8de kalkmam gerektiği düşünülürse, lanetler olsun 1saat daha az uyudum!

muhtara gittim ki bir de ne duyayım "senin kaydın burada değil, nüfus müdürlüğüne gidip beyanda bulunman gerekiyor." ben de düşündüm ki benm kaydım burda değilse 4 senemi geçirdiğim odanın muhtarındadır. aştiye gidip otobüse binip 2 saatlik otobüs yolculuğunu alnımın akıyla tamamladıktan sonra muhtara gittim. tam muhtarlığın kapısına ulaşmıştım ki hemen yanı başındaki camiye girmekte olan adam bana bağırmaya başladı: "sen muhtara mı geldiydin?" inanamadım, azarlıyordu beni. bu ses tonunu nerde olsa tanırım.
"evet" dedim.
"e ben muhtarım"
"aa öyle mi?"
"e sen beni görüyon da niye sormuyon muhtar sen misin diye?"
"bilemedim işte ben"
"bak işte beklicektin orda iki saat. sorsana bana sen muhtar mısın diye. neyse ben bi namazımı kılayım da gelirim. sen bekle orda. aha bak orda oturak var, orda bekle"
"peki"

bu arada tabi benim söylediklerimin veya söyleyeceklerimin hiçbir anlamı yoktu. bu şehrin insanlarının konuşup konuşup da karşılarındakini dinlememe gibi bir özelliği vardır, o yüzden yormadım hiç kendimi, he dedim geçtim. zaten söylenenlerin çoğunu da anlamıyordum helölelöa diye konuştuklarından ötürü.

yarım saatlik bekleyişin ardından muhtar görev yerine geldi. nüfus kağıdı örneğimi istedim, o da bana "senin kaydın burda değil" dedi. "nerde peki?" dedim. "nüfus müdürlüğüne git" dedi. "peki" dedim. allahtan şehir küçük, 5 dakika ile yarım saat arasında istenilen yere ulaşılabilir. neyse, belirttiğim zaman zarfı içinde nüfus müdürlüğüne ulaştım ve "kaydım nerde acaba?" diye sordum. adam bana dedi ki "senin kaydın silinmiş." evet, yüzümdeki ibiş ifadeyle ibik gibi kaldım orda. meğerse efenim benim kaydım tee 3 sene önce yapılmış oraya, 3 ay kalmış ve sonra silinmiş. adam bişeler geveledi yok seçimde oy kullanmamışsın da ondan silinmiş yok sayımda yokmuşsun da ondan olmuş hödö födö. hiçbir şey anlamadım. umrumda olan tek şey nüfus cüzdanı örneği almaktı. oradaki 3 kişi bana laf anlatmaya çalıştı, benim soruma cevap vermedi. sonra birisi dedi ki bana "nüfus müdürlüğüne kaydını yaptır yalnız cezası var. 300lira bi de tabi faizleri var geç kaldığın için." hiçbir şey demedim, sadece gözlerim büyüdü ve kıpkırmızı oldum. sonra farkettim ki umrumda olan tek şey hala nüfus cüzdanı örneği. oradaki insanlara biraz bağırdıktan sonra yüksek lisans kaydında nüfus cüzdanı fotokopisini de kabul ettiklerini öğrendim ve ordakilere gülümseyerek teşekkür ettim, çıktım.

kayıt işini hallettikten sonra götüme giren 300lira ve faizleri düşündüm. sonra babamdan yiyeceğim azarı düşündüm. bu noktadan sonra düşünmeyi bıraktım.


hikayenin trajik kısmı 3 sene boyunca orda yaşamama rağmen kaydımın silinmiş olmasıydı.
hikayenin komik kısmıysa 300lira+faizleri taksitle ödeyebileceğimdi.


babama anlattım olayı. beklediğim azarı alamadım, şaşkınım.
şimdi aynı ilgisizlikle hayatımıza devam ediyoruz.

04 Eylül 2010

hey, ben 4 sene boyunca bir odada yaşadım!

4 senelik yarı özgürlükten sonra eve dönmek hiç de iç açıcı değil.

4 sene boyunca sen istediğin zaman istediğin şeyi yap, istediğin saatte git istediğin saatte gel, istediğin zaman ye, istediğin zaman uyu sonra bütün bunların üstüne verilen tepki "hiç odasından çıkmıyor, biraz benim yanımda oturmuyor" olsun.
hey! ben 4 sene boyunca bi odada yaşadım!


o kadar zaman kendi kendime yeni alışkanlıklar edinmişken benden eskisi gibi davranmamı nasıl bekleyebilirler ki? hem de hükümdarlığım daha iki ay önce sona ermişken.
kendi kendime yaşamaya alıştım. bu alışkanlığımın birden bire değişmesini bekliyorlar benden ve ben daha bi yere giderken malumat vermekte zorlanıyorum. onlarsa onlarla zaman geçirmemi istiyorlar. babam allahtan sadece çay koymamı istiyor. ha tabi bir de annemin dediklerini yapmamı. annemse onunla oturup dizi seyretmemi istiyor, sabahları müge anlı izleyelim diyor, hiçbir şey yapmasan da gel yanımda otur diyor. sorun şu ki SIKILIYORUM. ama bu sıkılmak annemi sadace kırıyor, bana anlayış göstermesi için bir neden değil. bunların dışında illa bişe söylemeleri gerekmez, bir kere söyledikten sonra ben her şeyden kıllanabilyorum. odanın önünden geçerken annemin durup da o küçücük aradan bakmaya çalışması, salondan odama ulaşmaya çalışan fısıltılar, yanlarına gittiğimde "evet? gene ne isteyeceksin bakışları?"... hele de bu sonuncusu, beni en çok çıldırtan. "ben sizden bişe istemiyorum, siz benden istememi istiyorsunuz!" diye bağırmak istiyorum. sanki onlara yalvarmam gerekiyormuş gibi hissettiriyorlar ve bu çok sinir bozucu.

bu iş beni çok geriyor. akşam uyurken, sabah uyanma konusunda söylenecekleri için geriliyorum. sabah uyandığımda, biraz daha uyumak istediğim için geriliyorum. akşam yemekte geriliyorum. yemeğim bitince masadan kalkarken geriliyorum. en kötüsü de bütün gün odamda geriliyorum. ve bu gerginlikten en yakın zamanda kurtulmak istiyorum.