26 Şubat 2011


Gerçekte bir neden yokken acı çeken insanları seviyorum ve size saygılarımı sunuyorum ve biraz daha canınızı acıtmak isteğiyle yanıp tutuşuyorum. Bu gece içkileriniz benden. İçin ve sarhoş olun ve gidip tuvalette sevişin ve kusun ve duvarın dibine çöküp orada sızın. İçkinin acıyı dindirdiğini sanmaya devam edelim ve yarın gece yine içelim.

fotoğraf

25 Şubat 2011

Sevimsiz bir gün. Hangi gökyüzünün beni yansıttığına karar vermeye çalışıyorum; bol güneşli, aydınlık olan mı yoksa gri, ışık geçirmeyen mi. Bu cümlenin sonuna soru işareti koymalı mıyım bilemiyorum. Noktalama işaretleri anlamını yitiriyor benim için, çoğu zaman. Virgülle bir alıp veremediğimin olduğunu biliyorum ama. 

Sevimsiz bir gün. "Rüyada kan görmek iyidir," dedi rüyamdaki kadın ikinci kez.

"Sadece bir aptal -ya da bir aziz- sanat tarafından ele geçirilmek istemez," dedi Patti. Sanatın hücrelerimden akması fikri beynimi uyuşturuyor. Beynimin uyuşması fikri beni heyecanlandırıyor. 

fotoğraf

20 Şubat 2011

çetrefilli eylemlerin adamıyım



çürüyüp gidivermek. çetrefilli bir eylem. bir yandan uzunca bir zamanı anlatırken diğer yandan ivedilik hissi uyandırıyor. bir yandan yıllar alırken öte yandan saniyeler tutuyor sanki. "hemen bir şeyler yapmalıyım" dedirtiyor insana, sonra da "hemen olmasa da olur" hissiyle aklını çeliveriyor insanın. çürüyüp gidiveriyoruz. hem sindirerek hem ne olduğunu anlamadan.

05 Şubat 2011

burun sokmak ve bok yemek arasındaki ince çizgi


Çok sinirleniyorum.
 İnsanların, başka insanların hayatları hakkında fütursuzca konuşma hakkını kendilerinde görmelerine çok sinirleniyorum.
 Bir insanın kıyafetini bile eleştirmek bana gereksiz ve burun sokmak gibi gelirken, insanlar bundan çok çok daha fazlasını yapmakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Ve bu beni  gerçekten çıldırtıyor. Şu an yanımda olsaydınız yumruklarımı sıktığımı görebilirdiniz.
Bu zırvalıklar da nerden çıktı derseniz, utanmadan çekinmeden  Hıncal Uluç’un Defne Joy Foster ile ilgili olan yazısından çıktı derim. Biliyorum sıkıldınız bu konudan, ama burdan çok enterasan, ışıklı, morlu kırmızılı yerlere varacağımı garanti ediyorum.

Hıncal Uluç kısaca demiş ki “Defne ihanet ediyordu.”

Ben de diyorum ki “ee?”

Ben, işin ölünün arkasından konuşma kısmında değilim, hiç de olmadım. Ben “ihanet”in normal, olabilir bir şey olduğundayım. Hani aşık olmak, sevişmek, osurmak doğal şeyler  ya, aynı şekilde aldatmak da doğal olan insanlık hali. Hatta biraz abartıp ihtiyacı bile diyebilirim, evet bunu yaparım. Aşk, sevişmek nasıl iki insan arasındaysa ihanet de iki insan arasındadır; ihanete uğrayan ve ihanet eden, ve bu iki nokta arasındaki doğrunun dışında kalan üçüncü şahıslara da bok yemek düşer. Ama insanlar bu boku yemek yerine burunlarını iyicene sokmayı tercih ediyorlar ve bu halleriyle diğer insanların kafalarında “hıı bi kız şunu yapıyorsa kesin kaşardır, bir erkek bunu yapıyorsa kesin ibnedir” gibi önyargılar oluşturmayı başarıyorlar. -İşte bunlara küçükken anneleri hiç “SANA NE LAN!” dememiş, hep anlatmış hep beyan vermiş.-  Sonra bu insanlar, önlerinden geçen kızın saçıyla başıyla, yürüyüşüyle, kıyafetiyle, geçen ay ki sevgilisiyle ilgili bi saat muhabbet ediyorlar sonra da bana “amaan sen de hiç konuşmuyorsun” diyorlar. Yahu akıl vaar mantık var, ben sizinle ne konuşayım? Konuştuğunuz sikindirikler beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Sizi de ilgilendirmesin kardeşim. İnsanların hallerine, tavırlarına, hayatlarına burnunuzu sokmayın! Üstünüze vazife olmayan işlere karışmayın,  sana ne” derler adama.

-haydar’la fatma’nın odasından taktuk çatçut sesler geliyordu.
-aa yoksa sevişiyolar mıydı? Aay daha da 2 gün olduydu çıkmaya(?) başlayalı.
-o fatma da ne orospuymuş.

İşte gazetelere çıkıp yazılar yazan Hıncal Uluç’un yaptığı muhabbetin bundan hiçbir farkı yok.

Ve ben teker teker bütün bu insanların karşılarına geçerek, tükürüklerimi yüzlerine saçarak, bağıra çağıra “SANA NE!!!” demek istiyorum.