25 Ekim 2012

6

Şöyle denize uzansam boylu boyunca, 
Ne batsam ne çıksam, 
Sızı gibi dalgalar götürse beni uzaklara. 
Gözlerim kapalı, 
Kulaklarım suyun içinde, 
Hiçbir kirliliğe maruz kalmadan.

23 Eylül 2012

5


Zamanın kapıya takılmış kilit olduğu zamanlardı. At gözlüklerimiz en önemli aksesuarlarımızdı. Beynimizi bizden başka kimse görmesin diye süslü şapkalar takardık. Esaslı sözler etmeye kalkardık ama dilimizi eşek arısı sokardı. Herkes dillere destan bir hayatın hayalcisiydi; kimsenin hayatı dillere destan değildi. Haber programları insanlığın çıkmazda olduğunu söylüyordu; kimse onların dilini anlamıyordu. 


16 Ağustos 2012

diyeceklerim var #4

İnternet bankacılığı kullanma özürlüsü biri olarak en sevdiğim iş, kredi kartının son ödeme gününde bankamatik bankamatik gezmektir. Bu gezintiye neden son gün başladığım hakkında konuşmak istemiyorum pek. Onun yerine ismini vermeyi çok istediğim Finansbank'ın caanım bankamatikleriyle yaşadığımız ufak çaplı sorundan dem vurmak niyetindeyim canım okuyucu. Ben ne zaman elimde paramla bankamatiğe yönelsem sistemi para kabul etmemeye yemin etmiş bulunuyor. Hayır yani oraya kadar gittiğime mi yanayım, o kadar tuşa basıp içimde umut beslediğime mi yanayım yoksa sıcakların alnında gideceğim öbür bankamatiğin yoluna mı yanayım? Sen söyle balım okuyucu, hangisine yanayım? Belki de diğer bankamatiğin de sistem bozukluğu içinde beni kıvrandırma ihtimaline yanmalıyım. Ki kıvrandırdı, kıvrım kıvrım yaptı. 

Makinelere hiçbir zaman güvenmememiz gerektiğini biliyordum. Bir de durmak nedir bilmeyen adamlar akıllı makineler yapıyorlar. O akıllıların dünyayı ele geçirme olasılıkları üzerine sizinle konuşmayı çok isterdim, fakat şu an biraz Teknosa'dan konuşmam lazım. Teknosa adamı deli eder arkadaş! Alacağım dandirik bi kulaklık, bana çektirdikleri çok da fazla bir şey değil aslında. Yine de o kasada nasıl nakit para olmaz? Hadi o an olmayıverdi, onu anladım, ama 5 saat sonra hala nasıl olmaz? Bi de demez mi adam bana "şimdi iftar vakti olduğundan arkadaşlarım yok, nakit para soramıyorum" diye. Ulan gelmişim 5 saat önce, o zaman niye çıkaramadınız bi nakit? O zaman da mı iftar vaktiydi? O zaman da mı arkadaşların yoktu? Kart mart dedi ama inat ettim, yok kartım benim diye böğürdüm. Seni yenecem Teknosa! O kulaklığı nakit alacam Teknosa! Ayağını denk al Teknosa! Adamı hasta etme Teknosa!

Bu arada ben diyorum ki bankamatik olaylarının hemen ertesi gününde yaşanan, Finansbank'ın bana sorgu sual etmeden gönderdiği yeni, gıcır kredi kartı olayına yansam daha yerinde olur. Bir de o gün benimle bankamatikleri ziyaret eden cefakeş dostlarım Dif ve Mjoranda'ya müsadenizle buradan teşekkürlerimi sunsam, bi öpsem çok güzel olur.  

Bu yazıyı şöyle güzel bir şarkıyla kapatmayı çok isterdim ama hiç uğraşamayacağım şimdi okuyucu, kusura bakmican artık. 

Hadi öptüm, bay.

08 Ağustos 2012

Hüsnü Bey Amca


8 ağustos sabahı yine ölümü beklemek için yirmi sene evvel pencerenin önüne koyduğum kırmızı koltuğa oturmuştum. Kolçağa elimi koyduğumda kırmızı kumaşın lime lime olduğunu fark ettim. “bunu da değiştirmek lazım artık” diye düşündüm bir an. Bir an sonraysa kendime çok kızdım, zira koltuk yirmi senedir “şu adamı da değiştirmek lazım artık” diye bir şey söylememişti. Ben bunu nasıl düşünebilirdim ki. Yirmi sene evvel bir adama aitti bu koltuk. Adam ölmüştü ve ben de eskiciden almıştım bunu. Yani benim için idealdi. Yani ölümü görmüştü ve ben ölümü beklerken yanımda ölümü bilen birinin olması bana güç veriyordu. Bu güçle ölümü beklemekten asla vazgeçmiyordum.

Niye illa ki ölümü beklediğimi sorabilirsiniz, bunu yadırgamam. Niye komşuyu beklemiyorum ya da bakkalın ekmek getirmesini beklemiyorum veyahut ağzı yüzü dondurmaya bulanmış bir ufaklığın kapıyı çalmasını beklemiyorum? Bunların hepsini sorabilirsiniz, bunların hiçbirini yadırgamam. Siz sorabilirsiniz, ama ben cevap verir miyim bilmem. Fakat bunları sorduğunuz için sizi asla küçük görmem.

Biraz konuşmaya ihtiyacım olsaydı siz sormadığınız halde yanmış yemeğin, içmeyi unuttuğum ilaçların, su dolu bir küvette uyuyakalmanın adamı öldürmeye yetmediğinden dem vurabilirdim. Buralardan bir yerlerden konuyu yalnızlığa bağlayıp önceleri, on beş sene öncesi falan, onun tam bir katil olduğundan emin olduğumu ama geçen senelerden sonra yalnızlığın eline bıçak versen ve karşısında bütün haşmetinle dikilsen, ona dik başlılık etsen dahi elindeki bıçağı senin en canlı organına nasıl saplayamadığına, gereken cinayeti bir türlü nasıl işleyemediğine kısacası yalnızlığın adamı öldürmeye nasıl yetmediğine ikna edebilirdim sizi. Eğer biraz konuşmaya ihtiyacım olsaydı.

30 Ocak 2012

4

Yara izlerinin dökümü, özellikle de her sabah tıraş olmak ya da saçını taramak için banyonun aynasına baktığında gözüne çarpan yüzündeki yara izleri. Onları pek aklına getirmiyorsun, ama düşününce onların yaşamın izleri olduğunu, yüzüne işlemiş o çeşit çeşit pürüzlü çizgilerin senin kim olduğunu anlatan gizli alfabenin harfleri olduğunu anlıyorsun; çünkü her çizgi iyileşmiş bir yaranın izi ve her yara dünya ile beklenmedik bir çarpışmada, yani bir kaza yüzünden ya da kazanın tanımı "olmaması gereken bir şey" olduğuna göre olmaması gereken bir şey yüzünden olmuş. Olmaması mutlak olan olaylara karşı beklenmeyen olaylar; bu sabah aynaya bakarken, önünde sonunda sona ermesi gibi kaçınılmaz bir olay dışında yaşamın baştan sona rastlantılarla, olasılıklarla dolu olduğunu fark ediyorsun.


Kış Günlüğü-Paul Auster

29 Ocak 2012

diyeceklerim var #3: merhaba sayın okuyucu


Delirmekle delirmemek arasındaki o incecik çizgiyi bilir misin? (Bilirsin tabi benim de sorduğum soruya bak.) İşte o ince çizgi üzerinde bir sağa bir sola yalpalayarak ilerliyorum. Şu lanetli zamanın geçmesi için uydurma dualarımı okumayı da eksik etmiyorum.