8 ağustos sabahı yine ölümü
beklemek için yirmi sene evvel pencerenin önüne koyduğum kırmızı koltuğa
oturmuştum. Kolçağa elimi koyduğumda kırmızı kumaşın lime lime olduğunu fark
ettim. “bunu da değiştirmek lazım artık” diye düşündüm bir an. Bir an sonraysa
kendime çok kızdım, zira koltuk yirmi senedir “şu adamı da değiştirmek lazım
artık” diye bir şey söylememişti. Ben bunu nasıl düşünebilirdim ki. Yirmi sene
evvel bir adama aitti bu koltuk. Adam ölmüştü ve ben de eskiciden almıştım
bunu. Yani benim için idealdi. Yani ölümü görmüştü ve ben ölümü beklerken
yanımda ölümü bilen birinin olması bana güç veriyordu. Bu güçle ölümü
beklemekten asla vazgeçmiyordum.
Niye illa ki ölümü beklediğimi
sorabilirsiniz, bunu yadırgamam. Niye komşuyu beklemiyorum ya da bakkalın ekmek
getirmesini beklemiyorum veyahut ağzı yüzü dondurmaya bulanmış bir ufaklığın
kapıyı çalmasını beklemiyorum? Bunların hepsini sorabilirsiniz, bunların
hiçbirini yadırgamam. Siz sorabilirsiniz, ama ben cevap verir miyim bilmem. Fakat
bunları sorduğunuz için sizi asla küçük görmem.
Biraz konuşmaya ihtiyacım olsaydı
siz sormadığınız halde yanmış yemeğin, içmeyi unuttuğum ilaçların, su dolu bir
küvette uyuyakalmanın adamı öldürmeye yetmediğinden dem vurabilirdim. Buralardan
bir yerlerden konuyu yalnızlığa bağlayıp önceleri, on beş sene öncesi falan,
onun tam bir katil olduğundan emin olduğumu ama geçen senelerden sonra
yalnızlığın eline bıçak versen ve karşısında bütün haşmetinle dikilsen, ona dik
başlılık etsen dahi elindeki bıçağı senin en canlı organına nasıl saplayamadığına,
gereken cinayeti bir türlü nasıl işleyemediğine kısacası yalnızlığın adamı öldürmeye
nasıl yetmediğine ikna edebilirdim sizi. Eğer biraz konuşmaya ihtiyacım
olsaydı.
Ölüm istediğin şekilde kontrol edebileceğin bir şey olsaydı, kapıcıya söylerdin alır getirirdi. Kontrol edemeyeceğin için anca zamanı geldiğinde kendisi istediği gibi haciz koyuyor.
YanıtlaSilEğer biraz konuşmaya ihtiyacın olursa sus. İnsan en çok konuşmaya ihtiyacı olduğunda hata yapar.